12 Eylül cezaevleri ile
ilgili ilk görsel sanatsal yapıt... Eylül Karanlığından (*)
1981 yılı ocağında
Ankara'da idim. Belge Yayınları'nın Ankara'da dağıtım sorunlarını konuşmak
için. Ankara dağıtımcımız Adaş Dağıtım’a uğradım insanlar endişeli idi.
Abluka altında olduklarını söylediler. Ertesi gün merak içinde yeniden
uğradığımda, alt kattaki dağıtımın ışıkları yanmıyordu. Üst kattaki kitapçıya
uğradım, 'hepsini götürdüler' dedi.
Sonra Onur Çarşısı'nda kitap verdiğimiz tanıdık bir kitapçıya uğradım.
Ada'ydı galiba adı. Orası da karanlıktı. Zafer Çarşısı'nda kitaplarımızı alan
Doğu Kitabevi'ne gittim, orası da karanlıktı. İnsanlara ne olduğunun bile
sorulamadığı, her gün çevremizden bir insanın kaybolduğu soğuk ve karanlık
günlerdi. Kızılay'da insanlar birbirlerine artık selam vermiyordu. Çünkü
insan avı vardı. Tutuklananlar sivil polisler tarafından Kızılay'a
çıkarılıyor. Kim onlara selam veriyorsa, apar topar gözaltına alınıyordu.
Gözaltı süresi Evren Paşa tarafından, ırkçı Güney Afrika'da olduğu gibi 90
güne çıkarılmıştı. İnsanların başına ne geldiği bilinmiyordu. Öldürülüp
kimsesizler mezarlığında bir çukura mı atıldılar (Demokrat gazetesindeki
sürücümüz Ali gibi, komşuları tesadüfen gömüldüğü mezarlıkta görmeselerdi,
haberimiz bile olmayacaktı), işkencedeler mi, zindandalar mıydı,
bilinmiyordu. Aileler umutsuzca kovuldukları emniyet, sıkıyönetim, Mamak
Askeri Cezaevi kapılarını aşındırıyorlardı.
Derken bir gün Adaş Dağıtım'dan Meltem diye bir arkadaş Mamak'ın 'Bayanlar'
bölümünden serbest bırakıldı. Anlattıkları bir dehşet filmi gibiydi. Dal
Grubunun koridorları, Dante'nin Cehennemi'nden bir parçaydı sanki. Gözü bağlı
insanlar, Bruegel'in körleri gibi oradan oraya çekiştiriliyor, kaba dayaktan,
Filistin askısına, falakadan vücudun hassas bölgelerine bağlanan elektrik
manyetolarına, Ankara'nın Ocak ayı ayazında soğuk sulu 'şok terapilerine'
kadar her şey deneniyordu, insanları çökertmek, birbirinin muhbiri konumuna
düşürmek için. Sonra Mamak'taki ilk gelenlerin 'müşahede' için tutuldukları
hayvanat bahçesinden aşırma ünlü 'kafes', dayak seansları, hücrelerden
uzatılan el coplamaları, İstiklal Marşı seansları, 'yıkım' denen bir linci andıran
toplu dayak seansları koğuşların bir harabeye çevrilişi.
Bütün bu birinci elden tanıklıkları toparlayıp, Almanya'da çıkan
Tageszeitung'da çıkmasını sağlıyoruz. Daha sonra çıkanlardan, anlatacak kadar
cesur olanların tanıklıkları derlenip, Uluslararası Af Örgütü'ne iletiyoruz.
Bu bilgileri toparlarken biz de adeta bütün bunları yaşamış gibi
hissediyoruz. Mamak kabusu hayatımızın bir parçası haline geliyor.
Ve bir gün Alime Mitap diye bir genç kadın, 81 yılı vahşetinin acılarını
tuvale dökmeye başlıyor, tutuklular, aileleri, kadınlar, çocuklar, askerler,
polisler, işkenceciler, vb. Alime'nin çizgilerinde can bulmaya başlıyor.
'Yeni Sesler' dizisinde, bu dönemin tanıklıklarını ve acılardan damıtılmış
ifadelerini, şiir olarak, öykü olarak, roman ve röportaj olarak yayınlamaya
başlamıştık. Ama görsel alanda bir eksiklik hissediyorduk. Alime Hızır gibi
yetişti imdatımıza. Alime Mitap'ın resim ve çizgilerinde, bir 'çığlık' vardı,
içten kopup gelen bir çığlık... Abartısız anlatımı ve sadeliği ile insanı çok
daha etkiliyor, görüntünün ardındaki insanlık trajedisini çok daha derinden
sağlamamıza olanak sağlıyordu.
Alime Mitap'ın 1988 yılındaki sergisi ve Vedat Günyol'un önsözü ile
yayınlanan albümü, '12 Eylül cezaevleri ile ilgili ilk görsel sanatsal yapıt'
oldu. Daha da önemlisi, Alime Mitap'ın çizgi ve renklerinin kendi deneyim ve
tanıklıklarından damıtılması idi. O dönem, Nevzat Çelik'in dizeleri nasıl,
bütün bir 78 kuşağının kendisini yansıtması olarak algılandı ise, Alime
Mitap'ın desenleri ve tabloları da, bütün bir 12 Eylül karanlığını
ebedileştirdi, gelecek kuşaklar önünde.
'Cumhuriyet' Gazetesi'nde Alime Mitap ile ilgili bir değerlendirmeye, aynı
gazete yazarlarından ressam Bedri Baykam'dan itiraz geldi. 12 Eylül'ü 'ilk
yansıtan' oymuş. Komik geldi bana bu iddia. Bir zamanların 'harika çocuğu',
keşke öyle olsaydı... İlginç bir kompleks! Ne diyelim?
Alime Mitap akademi kökenli bir ressam değil. Ama bunun hiçbir önemi yok.
Kimi resimlerinde naiv resmin unsurlarını bulurken, kimi resimlerinde
realist, natüralist sanatın izlerini yakalıyordunuz. 'Eylül Karanlığnda',
yaşanan karanlık ve yoğun bir dönemde yaşanan acılardan bir kesit
buluyordunuz. Onun çalışmalarında yer yer bir Goya'nın, 'Savaşın Yıkımları'
çizimlerinden, bir Kaethe Kollwitz'in Köylü isyanı veya Şilezyalı İşçilerin
İsyanı serisinden, veya savaş ve açlık, kadın ve çocuk çizimlerindeki trajik
boyuta benzer bir etkilenme altında kalıyordunuz. Ya da Frida Kahlo'nun
resimlerindeki, kadın oluşun içkin acılarından yansımalar gibi... Ve Alime
Mitap, onlarla tanışmadan, kendi doğaçlaması içinde benzer bir rotaya
girmişti. Bu harika bir şeydi.
Alime Mitap'ın ilk kez İstanbul'da açılan sergisi daha sonra, Ankara, İzmir
ve birçok kenti dolaştığı gibi, Avrupa kentlerine de ulaştı. Bir tanıklık,
bir sanat ürünü olma yanında, kamuoyu önünde siyasal tutsakların konumuna, 12
Eylül rejiminin mahkum edilmesine, siyasal bir katkı da sundu, kendi çapında.
Sevgili ustam Vedat Günyol'un deyişi ile, 'Alime Mitap, aynı zamanda insanlık
onurunu savunan bir mesaja sahip.' 'Bütün resimler içinde bir tanesi var ki,
olağanüstü: gözleri bağlı güzel bir insan. Yüz çizgilerinin güzelliği mi
dersiniz, direnç dolu onurlu duruşu mu dersiniz, güzelim güzeli bir portre
bu. Ben buna 'Gözleri Bağlı Prometheus' diyorum'.
'Bir de idam edilmiş bir adamdan geride kalan eşyaları: Bir kol saati, bir
gözlük, ayakkabıları, bir battaniye, yırtık giysiler...' 'Dikenli teller
önünde bir kadın'.... 'Kolları askıda, bir kız.' 'Torununa sarılmış bir
büyükanne.' 'Dipte bir asker silüeti, ana kucağında bir çocuk'. 'Dal grubunun
koridorları'.
'Y.S.Y. yani yemek ve su yok'... 'Toplu dayak'... Dikenli teller önünde görüş
bekleyen aileler'...
Bazen sözün anlatmakta yetersiz kaldığı yerde, görüntü ve çizgi, içten kopup
gelen sessiz bir çığlığı yansıtmakta çok daha başarılı oluyor.
|